Afrikalı Leo [Amin Maalouf]

Afrikalı Leo, Joannes Leo Africanus, el-Hasen b. Muhammed el-Vezzân ez-Zeyyâtî el-Gırnâtî el-Fâsî, Johannis Leo de Médicis. Bir insan bir hayatta kaç tane isim edinebilir ki? Afrikalı Leo, kendisi dışında gelişen olaylar ve feraset sahibi bir insan olması sebebiyle bu kadar ilginç bir yaşam öyküsüne sahip olmuş. Sanırım, Amin Maalouf da bu yaşam öyküsüyle karşılaşınca hazine bulmuş kadar sevinmiştir. Roman gibi bir hayat öyküsü, tek eksiği hakkında yazılacak bir roman. Maalouf’un bu romanıyla da bu ilginç yaşam öyküsü edebiyat dünyasında da kazandırılmış olmuş.

Bu kitabı ilk okuyuşum değil, üniversite yıllarında okuyup, Gırnatalı Hasan’ın din değiştirip Hıristiyan olmasına bozulmuştum. Bunun gerçek bir yaşam öyküsü olduğunu bilmiyordum. Bu okuyuşumda romanın kahramanı hakkında biraz daha bilgi edinme fırsatım oldu ve roman daha enteresan bir hal aldı.

Afrikalı Leo, Gırnata (Granada) da dünyaya geliyor. İspanyolların bu topraklardaki hakimiyetlerini ilerlettikleri ve nihayetinde Arapları kovaladıkları o zamanlarda, henüz küçük yaştayken, ailesi ile birlikte Fas’a göçüyor. Bu süre romanda bayağı bir yer tutmuş. İnsanın atalarının memleketinden çıkmak zorunda kalması, çıkma ve çıkmama arasında halkın tedirginlikleri: “Mısır’dan büyük bir ordunun geleceğinden kuşku duyanlara, güvensiz ve bozguncu insanlar gözüyle bakılıyordu.” Bu sırada halkın ve toplumun ileri gelenlerinin düşünce ve tepkileri: “İnsanlar kendilerini Frenklerin düşüncelerine ve geleneklerine karşı korumak için Gelenek’i bir kale yapıp kendilerini bu kaleye kapattılar. Granada artık yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştiriyordu.” Türklerden ve Memlüklülerden beklentiler:“Eğer hepimiz gidersek, Müslümanlık bu ülkeden sonsuza dek çıkmış olacak; Tanrının yardımıyla Türkler Rumilerle savaşmaya geldiklerinde onlara yardım etmek için biz burada olmayacağız.” Ve en nihayetinde kaçınılamayan terk ediş: “Fakat Boabdil ülkesinden giderken bir daha dönmek umudu yoktu. Rumilerse giderken istediği her şeyi götürmesine izin vermişlerdi. Boabdil, varsıl fakat mutsuz olarak unutuluşa doğru yol alıyordu. Granada’yı görebileceği en son sırta ulaşınca, uzun bir süre devinimsiz durarak, üzgün bir yüzle, ruhsal bir uyuşukluk içinde kente bakmış. Kastilyalılar bu sırtlara, “Arabın Son İç Çekişi” adını vermişler, çünkü derler ki düşmüş sultan orada utanç ve pişmanlıktan seller gibi gözyaşı dökmüş. Annesi Fatma da “Bir erkek gibi savunamadığın ülken için şimdi bir kadın gibi ağlıyorsun” demiş.” Romanın ve ilk adıyla Hasan’ın hayatının önemli bir bölümünü kapsıyor.

Fas’a göçen aile burada çeşitli zorluklarla karşılaşıyor. Kitabın uzunca bir bölümünü de Fas’taki hayat oluşturuyor: “Kennaz diye bilinen ve işleri yalnızca gömü aramak olan kişilerle de karşılaştım. Fas’ta öyle çok kennaz var ki bunlar düzenli olarak toplanırlar. Kennaz’lar, eskiden prenslerin gömdükleri varsıllıklarının bulunamaması için büyü yaptırdıklarına inanırlar. Bu nedenle büyüleri bozdurmak için sık sık büyücülere koşarlar. Ne zaman bir kennazla konuşsanız kesinkes size bir yeraltı geçidinde altın ve gümüşleri gördüğünü fakat büyü bozucu sözcükleri iyi bilmediği, ya da üstünde gerekli kokular bulunmadığı için onlara el süremediğini yeminler ederek anlatacaktır. Ve size, el sürmenize izin vermeden, gömülerin bulunduğu yerleri anlatan bir kitap gösterecektir.”

Hasan, dayısının himayesinde diplomasiye ve ticarete adım atıyor. Fas sultanı onu elçi olarak görevlendiriyor. Bu görevlerini de başarıyla yerine getiriyor fakat talihsizlikler yüzünden Fas’ı da terk etmek zorunda kalıyor. “Daha Nil üstündeyken, serüvenler ve güzel bir gelecek düşlerken, talihsizliklerle karşılaştım. Talihsizliklere saygı göstermeyi ya da verdiği işaretleri çözümlemeyi henüz öğrenmiş değildim.”

Fas’tan sonra Mısır dönemi başlıyor. Her gittiği yerde farklı insanlar, farklı maceralar, farklı evlilikler yaşayan Hasan’ın hayatı bir seyahati esnasında korsanlar tarafından kaçırılması neticesinde değişiyor. Kendini esir alanlar dönemin papasına köle olarak armağan ediyorlar. Burada da bilgisi, zekası ve kültürüyle kendini gösteriyor. Hayati tehlikeden kurtulmak için Hıristiyan oluyor. Papa, kendisini himaye ediyor ve yine çeşitli diplomatik vazifeler veriyor. Buradaki ismi bu defa Leo. İtalya’daki hayatı boyunca hayatını ve tecrübelerini yazıya aktarıyor bir yandan da Arapça dersi veriyor. Afrika ile ilgili yazdığı eser döneminde ilgi görüyor.

Yazar çok güzel bir şekilde anlatmış bu enteresan hayat hikayesini. Birkaç cümlenin altını çizmişim onları da aktarayım:

“İslam garip başladı, garip bitecektir. Cennet gariplerindir.” Yazar birçok yerde ayet ve hadislerden faydalanmış. İslam dininin literatürüne hakim olduğunu göstermiş okuyucuya.

“Çok uzun zaman önce bir sultanın annesinin, oğlu doğduğu zaman ne dediğini bilmiyor musun?
‘Akıllı olman için dua etmiyorum. Akıllı olursan aklını güçlülerin hizmetine verirsin. Talihli olmanı istiyorum ki akıllı insanlar sana hizmet etsinler.'”
“Bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar.”
“Felaketler karşısında kadınlar eğilir, erkekler kırılır. Baban ‘ben’inin tutsağıydı, bense boyun eğmeyi öğrendim.”
“İnsanlar, yabansı bir alışkanlıkla, kendilerini korkutan hayvanların adını alırlar, kendilerine bağlı olan hayvanların adlarını hiç almazlar. İnsanlar kendilerine kurt denmesinden hoşlanırlar da köpek denmesinden hoşlanmazlar.”
“‘Nasıl bu denli çabuk kurtulabildin?’
‘Bunu anneme borçluyum – Allah rahmet eylesin! Bana hep şöyle derdi: ‘Eğer bir insanın ağzında dili varsa, hiçbir zaman umarsız değildir,’ Bunu hiç aklımdan çıkarmam.'”

“Nereye gidersen git, birileri sana derinin rengini ve dualarını soracak. Onların itkilerini hoşnut etmekten uzak dur! Oğlum, çoğunluk önünde boyun eğmekten kaçın! İster Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsunlar, seni olduğun gibi kabul etmeliler, ya da seni yitirmeyi göze almalılar. İnsanların görüşünü dar bulduğun zaman kendi kendine Tanrı’nın ülkesinin çok geniş olduğunu söyle; O’nun elleri çok geniştir, O’nun yüreği de çok geniştir. Uzaklara gitmek, denizler, sınırlar, ülkeler, inançlar aşmak fırsatı çıktığı zaman hiç duraksama.”

Afrikalı Leo, Amin Maalouf’un bu güzel eseri Sevim Raşa tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmış. 350 sayfa civarında.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir