“Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi”
Bir şeyleri kategorize etmeye bayılırım. Yeter ki tasnif edilecek kadar çok veri olsun elimde. Temel sınıflandırmaları iyi yapar arkasından sıkılır bırakırım işte. Bu yüzden hayatımda çok şeyi yarım bırakmışımdır. Zaten hayat dediğiniz şey koca bir yarım bırakılmışlıktan başka nedir ki? Saint Exupery’nin hayatının yarım kalması gibi bir yarım kalmışlık duygusu; Küçük Prens’in hiçbir tasnife uygun olmadan bütün sınıfların birincisi olması gibi bir duyguyla birleşince tamamlanmışlık hissi uyandırmıyor. İki yarım bir tam etmiyor zira.
Antoine de Saint-Exupéry (tam yazılışı böyle) Fransız bir pilot. Savaş pilotu. Geçenlerde onu öldürdüğünü iddia eden bir bunak medyada şöyle bir yer buldu kendine. 2. Dünya savaşı sırasında henüz kırklı yaşlarının başında olan yazar bir uçuşundan geri gelmiyor. Yarım kalmışlık böyle. Daha kimbilir neler yazacaktı diye düşünmeden edemiyor insan. Bir de bu kitabın ilk müsveddesinin yüzlerce sayfa uzunluğunda olduğunu duymuştum. Yazara göre en güzel anlatım en sade olanıymış. Bu yüzden kitabı bir heykeltraş gibi yontmuş. Fazlalıkları çıkarınca ortaya Küçük Prens çıkmış.
Burada 78. sırayı vermişim bu kitaba, bakmayın siz. Hayatımda okuduğum kitapların listesinde ilk sıraya düşünmeden koyabilirim. Neden diye soracak olursanız da cevap vermem. buyrun birkaç alıntı kitaptan.
“ Peki sen mutsuz muydun? “ diye sormuş, ama yanıt alamamıştım senden.”
“Eger bir insan milyonlarca yıldızın arasındaki tek bir gezegende yetişen bir çiçeği severse, bu onu mutlu etmeye yetecektir. Çünkü yıldızlara baktığında ‘ Benim çiçeğim oralarda bir yerlerde ‘ diyebilir.”
“İnsan çiçeklere asla inanmamalı. Sadece onları seyretmeli, koklamalı”
“Dünya öyle sıradan bir gezegen değildir. Orada yüz bir tane kral, yedi bin tane coğrafyacı, dokuz yüz bin iş adamı, yedi buçuk milyon ayyaş, üç yüz on bir milyon kendini beğenmiş vardır. Bir başka deyişle, yaklaşık iki bin milyon tane yetişkin.”